28 Nisan 2013 Pazar

Çilek Kızlar-Kitap Yorumu..



Aslında kitabı bitireli çok oldu ancak ben yorum yapmaya daha yeni fırsat bulabildim. Öncelikle kitaptan ziyade yazarın tarzı denişikti yani ilk 60 mış sayfasında gerçekten ama gerçekten heyecanlıydı..birazdan anlatıcam zaten nedenini ama daha sonraki 340 sayfasında heyecandan ziyade akıcılık ön plandaydı gerçekten çok akıcıydı elimden bırakamadım bir türlü ama heyecanlı değildi yaa işte böyle garipti..
Kitabın ilk 60 sayfasına heyecanlı dedim çünküüüüüü (Büyük spoiler geliyor..) birincisi Dana eşcinsel çıktı yani açıkçası gerçekten hiç böyle bir şey beklemiyordum zaten ben kitabı konusundan yola çıkarak daha aile komedisi tarzında bir şey bekliyordum ama ancak bu kadar kötü tahmin yapabilirmişim..Her neyse diğer şokun yanında bu hiçbir şey değil zaten ya Ruth resmen abisinden hoşlandı resmen birbirlerini delicesine sevdile ve resmen Ruth hiçbir şey bilmeden abisinden hamile kaldı. Zaten bu olanlardan sonra ben vay anasını  be ne kitapmış dedim yani gerçekten de öyleydi..
Kitapta yer alan bu ve bunlar gibi daha birçok dehşet-ül vahşet olaylara rağmen sonu beklediğimden daha sadeydi. Bir kere her iki kızda gerçek annelerini öldükten sonra öğrendi. Bir kere ben özellikle Ruth gerçek annesinin Val olduğun o ölmeden önce öğrenmesini isterdim Neler yapacağını çok merak ediyordum..
Bunların yanı sıra kitapta özellikle Ray Dickerson karakteri hoşuma gitti böle mızıkası falan olsun dünyayı sallamaz tavırları falan olsun çok sempatikti yaşlanana kadar..

Bu çilekleri de arada paylaşayım..Çok güzeller ama..
Ayrıca Vikikitap' a baktığımda kitap hakkında bayağı kötü değerlendirmeler gördüm çok şaşırdım kesinlikle o kadar kötü değildi ve kitap New York Times Bestseller...
Sonuç olarak kitap hakkında söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok zaten puanım;

Ve artık neyi okumaya başladım uzun zamandır çıkmasını iple çektiğim Oniksi aaaaa harika ya!! Yalnız kitabın arka kapak yazısını hiç ama hiç okumadım hepimizin bildiği üzere Obsidyen'in arka kapağında büyük bir spoiler vardı bu sefer yemem o spoileri arkadaş..


21 Nisan 2013 Pazar

Çizgili Pijamalı Çocuk/Kitap Yorumu...



   
Aslında bu yazıyı yazmayı pek istemiyorum bile diyebilirim. Çünkü yazarken bile tüylerim diken diken oluyor...Zaten kitap hakkında söylenebilecek çok fazla şeyde yok. Bana okuduğum bütün fantaztik kitapları unutturdu..
Hatırlıyorum da Hush Hush serisinin zon kitabı Finali okuyanlar bilir; Patch bir ara cehenneme gitmişti. Ve ben o sahnede ağlamıştım. Şimdi bu kitabı okuduktan sonra ne kadar abarttığımı düşünüyorum. Bunun yanında benim için hiç gibi kaldı. Yani zaten kitabı okuduktan sonrada hepimizin bildiği gibi pisliğin teki olan Hitlere küfürler yağdırmamak elde değil. Böyle bir insan gerçekten olamaz. Kitabı okuduktan sonra kendisi hakkında araştırma yaptığımda intihar ettiğini öğrendim. Bu dünyayı kendisi gibi bir pislikten kendisinin kurtarması çok ironik..
Neyse kitaptaki ana karakterimiz Bruno'yu çok ama çok sevdim. Çocuk aklıyla tel örgünün diğer tarafında çocukların oyun oynadığını düşünüyor..Ve kitabı okumayıpta okumayı düşünenler ki şiddetli bir şekilde herkese tavsiye ederim burda gerisini okumasın..
Kitabın sonlarına doğru zaten Bruno çizgili pijamayı giymeye karar verip tel örgünün diğer tarafına geçtiğinde zaten oradan bir daha çıkamayacağını anlamıştım..Kitabı bitirdiğimde hemen açıp filmin son kısmını izledim.Tabii daha da duygulandım. Bu nasıl bir son böyle ya..o iki küçük masum çocuktan ki bunun caniler için hiçbir önemi yok tabii ki sabun yaptılar resmen. Ve bilmeyenler için söyleyeyim bu işlem tam 20 dakika sürüyor. Yani onlar 20 dakika boyunca dayanılmaz acılar çekiyor..bu gerçekten çok berbat bir durum..
Çizgili Pijamalı Çocuk kitabının bir de filmi çekilmiş. Şimdi film üzerinden karakterleri tanıtayım;
Kensidi Bruno yani ana karakterimiz olur. Tel örgünün diğerine göre iyi olan tarafında, üç katlı bir evde yaşar.(Bu iğrenç kelimeden ne kadar uzak olsa da)kendisi bir nazidir..Araştırmayı sever ama kitabın sonunda ne yalan söyleyeyim keşke sevmeseymiş dedim..
Bu Shmuel. Tel örgünün kötü tarafındaki masum bir yahudidir. Her şeyden habersiz..
İşte kitabı tamamen özetleyen resim..
Bu da asla unutulmayacak olan son sahne..
"Bu kitabı okumaya başladığınızda, Bruno adında dokuz yaşındaki bir çocukla bir yolculuğa çıkacaksınız (ama bu kitap dokuz yaşındakiler için değil). Ve er geç Bruno ile birlikte bir tel örgüye varacaksınız.
Böyle tel örgüler dünyanın dört bir yanında var. Umarız asla rastlamak zorunda kalmazsınız."
Kısa ve öz harika bir arka kapak yazısı olmuş..
Puanım;

20 Nisan 2013 Cumartesi

Favori kapaklarım..

Sevgili Sihirli Kitap ın başlattığı bir etkinlik olan Cumartesi İlk 10'un ilk haftasında en sevdiğiniz kapakları yazıyorsunuz. İşte bunlarda benimkiler;

1-Başlayanlar-Lissa Price
Bu kapağa bayılıyorum. Bence çok farklı bir havası var çok orjinal. Bir de bir an önce başlayabilsem..(Bu kitabın seri olup olmadığından seri ise adının ne olduğundan emin değilim.)

2-Fısıltı-Becca Fıttzpatrick (Hush Hush#1)
Serinin koyu fanı olaraktan en çok beyendiğim kapağı Fısıltı'nın ki. Aslında bu serinin kapaklarını beğenmemin diğer bir sebebi de favori rengim olan siyah renkli olmaları.

3-Gece Yarısı Çıkmazı-Rachel Caine (Morganville Vampirleri#3)
Bu serinin  de her kapağını severim ama bu bir başka..

4-Uyumsuz-Veronica Roth
Başta kapağını çok havalı bulup sadece ve sadece kapağı için almayı düşünmüştüm ama konusu da ilgimi çekti tabii..

5-Beyinsiz-Meg Cabot
Bence çok ama çok renkli bir kapak olmuş.Aslında kızın yerinde daha farklı şeylerde olabilirmiş ama bu da çok güzel..

6-Mekanik Prens-Cassandra Clare(Cehennem Makineleri#2)
Aslında serinin Mekanik Melek'in kapağı ile bunun kapağı arasında kararsız kalırım her zaman ama bunda kitaptaki ögelerin daha iyi yansıtıldığını düşünüyorum.

7-Kış Bahçesi-Kristin Hannah
Kış temalı her şeye ayılıp bayılan birisi olaraktan bu kapağı çok sevmemem mümkün değil.

8-Ye,Dua Et,Sev-Elizabeth Gilbert
Konusu ile ilişkili olmasından ve bana çok samimi gelmesinden dolayı içeriğinin aksine kendisini çok severim.

9-Beni Orada Bulacaksın-Jenny Jones
Sevgili Vampirella'nın çekilişinde kazandığım bu kitabı konusunu bilmediğim için istemiştim ama diğer bir nedeni de kapağını çok samimi çok tatlı bulmamdı..ama cidden öyle..

10-Harry Potter Serisi-J.K.Rowling
Bu seriyi eklememem imkansız..Elimde olsa bütün kapaklarını koca koca afişler şeklinde bastırıp odama asarım o derece..

19 Nisan 2013 Cuma

Yeni Çıkan Muhteşem Kitaplar..

Daha okumadan bir çoğunun muhteşem olduğuna karar verdim. Hepsini en kısa sürede almak istiyorum ama o kadar kolay değil tabii. Neyse şimdi neymiş bunlar görelim(Aslında listenin en üst sıralarında yer almasına rağmen Oniks'i eklemedim çünkü eğer eklersem bu yazı gereğinden fazla uzardı. Alınca konuşuruz artık :)
1-TATLI BELA

Tatlı BelaAbby Abernathy karanlık geçmişiyle arasına mesafe koymuş olan, alkol kullanmayan, küfür bile etmeyen kendi halinde bir kız, fakat hayatını dövüşerek kazanan ve vücudu dövmelerle kaplı yakışıklı Travis Maddox onun hayatını değiştireceğe benziyor.İyi kız ve kötü çocuk Bu birliktelik bir aşkın mı habercisi yoksa bir felaketin mi?Tatlı Bela sadece bir bestseller değil, uluslararası bir fenomen. Yayımlandığı günden beri tüm dünyada büyük yankı uyandıran bu kitabı okumayan kalmayacak.


2-HIRSIZLAR SOSYETESİ
HIRSIZLIK BİR MESLEK SAYILABİLİR Mİ?

Belki hayatını bu meslek üzerine kurmuş insanlar, hatta aileler olduğunu bilmek tüylerinizi ürpertebilir. Ama Katarina'nın heyecanlı ve "eğlenceli" dünyası size tüm ön yargılarınızı unutturacak.

Dünyanın en seçkin müzelerinden biri için planlanan soygun. özünde iyiliğe hizmet etmeli; eserlerin gerçek sahipleriyle buluşmasına, parçalanmış bir aileyi bir araya getirmeye ve biraz da... Üzeri örtülen bir aşkın su yüzüne çıkmasına.

Konusuna ayılıp bayıldığım bir kitap olan Hırsızlar Sosyetesi henüz hala taze bir yayınevi olmasına rağmen çok güzel kitaplar çıkaran Deli Dolu Yayınlarına ait.





3-YAĞMUR SONRASI
Bir yanda Anne Calloway’in hemşire olarak gittiği Bora Bora Adası’nda tanıştığı yakışıklı ve cesur asker, diğer yanda ardında bıraktığı nişanlısı…
II. Dünya Savaşı zamanında, Pasifik’in tam ortasında yaşanan yasak aşk ve işlenen korkunç bir cinayet… Savaş rüzgârlarıyla dağılan hayatlar ve yıllar sonra sırları gün yüzüne çıkaracak olan gizemli bir mektup…
Sarah Jio’nun muhteşem kaleminden dökülen bir başyapıt… Yağmur Sonrası ile tutkunun zaman tanımayan öyküsünü okurken, gözyaşlarınıza hâkim olamayacaksınız.

Mart Menekşeleri'nin yazarından Yağmur Sonrası..






4-EVDEN ÇOK UZAKLARA
Bütün evliliklerde bir kırılma noktası vardır. Bütün aileler yara alır. Bütün savaşların bir bedeli olur...
Seni artık sevmiyorum. Dev bir dalga gibiydi o cümle, hiç umulmadık bir anda gelen, binaları temelinden yıkıp evleri un ufak eden bir dalga gibi…
Cesur, gerçekçi ve düşündürücü bir roman.

Yazarın sadece Kış Bahçesi kitabını okudum. Kaleminden etkilenmemek mümkün değil...

Yayınlandığı andan beri hatta yayınlanmadan öncede büyük ilgi gören bir kitap olur kendisi. Hatta kendisi için bir tane blog turu düzenlendi bile. Bir tane çekilişte şuan devam ediyor. Ve bir blog turu daha başlamak üzere. Bakalım belki çekilişten kazanırım. Bunlar hep nasip kısmet işi...

18 Nisan 2013 Perşembe

Yeni Kitaplarım..

Her ne kadar kitaplığımda birbirinden mükemmel 15ten fazla kitap (kontrolsüz tüyap alışverişi) okunmayı bekliyor olsa da babamdan gelen maddi destek sonucu kitap almaya karar verdim. Hatta malum Oniks'te çıktı haftaya da onu almayı düşünüyordum ancak  bir arkadaşımın doğumgünü olduğu için ertelemeye karar verdim.

Sonuç olarak bu hafta her zaman gittiğim 2.el kitapçıya gittim ve bu muhteşem iki kitabın sahibi oldum. Bildirge kitabını orada bulmayı hiç ama hiç beklemiyordum ancak serinin ikinci kitabıyla birlikte ordaydı. Çok   merak ediyorum kendisini ama kapağı pek hoşuma gitmedi. Acemi Cadı kitabına gelirsek, kitabı ilk Vampirellanın Güncesi'nde 4 puanla görmüştüm. Sonradan konusunu da okuyunca çok ilgimi çekti. Kitapçı da görünce de hemen aldım tabii. Bu alışverişin benim için en güzel yanlarından biride iki kitabın toplamda bana sadece 12 tl gibi mükemmel bir fiyata mal olmaları oldu.Şimdi kitaplığımda okunmayı bekliyorlar.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Sıcak Bedenler/Kitap yorumu..


Ya ben bu kitaba ne diyim? Yani ne diyebilirim ki? Zaten daha kitabın  ilk birkaç satırında sevgili zombimiz R'nin kendini tanıtması bile ona kanımızın kaynamasına yol açıyor. Ya cidden o kadar sempatik bir zombi olabilir mi? Hatta kitabın sonlarına doğru R, Julie'nin evine gittiğinde, ona telefon geldiğinde o telefonun ahizesinin ters tutuşu yok mu ne şeker öyle ya...eridim bittim yani..
Kitabın özellikle başlarını ve sonlarını beğendim yani şöyle diyim ilk 50 sayfasını ve son 50 sayfasını çok beğendim. Aslında ilk 50 de Julieyle tanışmaları dışında pek önemli bir şey yoktu akma R nin düşüncelerini okumak çok zevkli geldi bana.
Kitapta özellikle sevdiğim karakterlerden biride Nora'ydı. Çok tatlı kızdı yaa. Böyle rahat, sevecen tavırları falan vardı. Çok sıcak kanlıydı. Özellikle sevmediğim karakterlerden biri de Perrydi ne o öle yaşayan ölü gibi tip tip hareketler...(ama filmde tatlı çocukmuş hani:)
Yalnız kitapta aklıma takılan bazı noktalar var. İkincisi ve en önemlisi (kitabı okumayanlar KESİNLİKLE okumayın) kitabın sonunda Julie ne oldu? Ne biliyim sarı gözlü, denişik bi şey oldu ama anlayamadım. Ayrıca kitap yarım kalmış gibi geldi bana. Yani R tam olarak insana dönmedi. Julie yle R evlenmedi ya da zombilerle insanlar kardeş kardeş yaşamadı. Böyle bir garip ama güzel geldi sonu.
Ve diğer önemli sorun; ne yani R nin gerçek ismini hiç bilemeyecek miyiz? M nin bile gerçek adını öğrendik. R ninkini de öğreneydik keşke ama benim tahminin Rodrick..nerden aklına geldi dersenizde bir rotring(kalem hepimizin bildiği üzere) sevdalısı olaraktan malum..
dün akşam tam otumuş filmini izlemeye başlamıştım ancak matematik kitabı beni sert bir şekilde çağırınca ve notla tehdit edince(buna rağmen yapmamam da çok ironik) bende bıraktım filmi. Şöyle bir 10 dakikasını falan izledim ve filmde de fragmanda da çok gözüme çarpan şey Rnin kıyafetleriydi. Kitapta gömleği ve kırmızı kravatı(ki Julie bunu çok seviyor) olduğu söyleniyor ancak filmde Rnin tshirt ve hırkası var. Ne demek yaaaağğ? Bana göre bu çok önemli bir şey yani. tamam kabul ediyorum R hırka ve tshirt le daha sempatik olmuş ama olsun Kıravat olsaymış iyiymiş.
Bunlar da filmden karelerrr;

Bence çok iyi bir üçlü olmuş. M de olabilirmiş fotoda ama..(Bundan sonra bende kendime S diycem)
Bence Rodrick..
Ay ay ay ne diyim yani..
Sanki kafasını çarpıyo gibi o ne öle ya.
Bu sahneyi fragmanda görmüştüm çok komikti...
Perry olur kendisi..
İşte böyle yani.Sonuç olarak puanım..





14 Nisan 2013 Pazar

Bu gece..

Bu hafta çok yoğun bir ders programım vardı. Gerek dersler olsun gerekse matematik test kitapları(proje ödevi iyi ki bu dersten almışım diğer arkadaşlarım saçma sapan şeylerle uğraşırken ben test çözüyom kafam rahat zaten matematikçiler hepimizin bildiği üzere paso test kitabı veriyorlar) dört bir yanımı sarmıştı. Nihayetinde bu gece Sıcak Bedenlerin kalan son 70 sayfasını bitiricem. Sonrada filmini izlerin heralde. Artık proje ödevimin geri kalanını da kitap kendi yapar ya da Hakancım(matematikçi kankam olur kendisi) bana birkaç gün daha verir. Neyse ben gidip kitabımı okuyayım bari..(bıktım bu telefon kamerasından isyeeeaağğn)..

8 Nisan 2013 Pazartesi

Oniks-Ön Okuma..

 


Sonunda ön okuması çıktı. Şöyle söyleyeyim Daemon gerçekten çok pissin:)) Bu arada orjinal kapak kullanılması çok iyi olmuş. Daemon bu kapakta sanki biraz mal mal mı bakıyor? Slogan da çok şekil olmuş hani :)
(DEX sayfasından alıntıdır.)

Daemon Black’in sırasına oturmasından, her zamanki kalemiyle kürek kemiğimi dürtmesine kadar tam on saniye geçmişti. Koca koca on saniye. Arkama dönünce onun o kendine has kır koku­sunu içime çektim.
Daemon geri çekildi, kaleminin mavi kapağını dudaklarının ke­narına hafifçe vurdu. İyi bildiğim dudaklarına. “Günaydın Kedicik.”
Bakışlarımı güçlükle gözlerine çevirdim. Yeni kesilmiş bir gülün sapı kadar canlı bir yeşil olan gözlerine. “Günaydın Daemon.”
Başını geriye atınca asi, siyah saçları alnına düştü. “Bu gece planımız var, unutma.”
“Evet, biliyorum. Dört gözle bekliyorum,” dedim soğuk bir şe­kilde.
Daemon öne eğilince siyah süveteri geniş omuzlarının üze­rinde gerildi. Sırasını aşağıya yatırdı. Arkadaşlarım Carissa ile Lesa’nın hafifçe iç çekmelerini duydum, sınıftaki herkesin gözü­nün üzerimizde olduğundan emindim. Dudaklarının bir kenarı yukarı kıvrıldı, sanki gizlice gülüyordu.
Sessizlik dayanılmaz bir hal almıştı. “Ne var ya?
“İzini yok etmeliyiz,” dedi sadece benim duyabileceğim kadar alçak sesle. Neyse ki. Millete izin ne olduğunu anlatmaya çalışmayı hiç de iple çekmiyordum. Ya, bildiğiniz gibi, insanlara bulaşıp onları yılbaşı ağacı gibi aydınlatan, kötücül bir uzay ırkı içinse işaret fenerine dönüştüren bir uzaylı kalıntısı. Azıcık ister misiniz?
Tabii. Tabii.
Kalemimi aldım, içimden onu dürtmek geldi. “Evet, o kadarını anladık.”
“İzi silmek için acayip eğlenceli bir fikrim var.”
“Eğlenceli fikrinin” ne olduğunu biliyordum. Ben. O. İşi pişir­mek. Gülümsedim, gülümseyince gözlerinin yeşili yumuşadı.
“Ne o? Hoşuna mı gitti?” diye mırıldanıp bakışlarını dudakla­rıma indirdi. Tüm vücudum garip bir coşkuyla titremeye başla­yınca, kendime bu yüz seksen derecelik dönüşün benimle değil, o acayip uzaylı şeyinin etkisiyle ilgili olduğunu anımsattım. Dae­mon Arum’larla savaştıktan sonra beni iyileştirdiğinden beri ara­mızda bir bağ vardı ve bu, onun açısından bir ilişkiye başlamak için yeterli görünse de benim için yeterli değildi.
Çünkü gerçek değildi.
Ben, annemle babamınki gibi bir şey istiyordum. Yani ölüm­süz aşk. Güçlü. Gerçek. Deli saçması bir uzaylı bağı, istediğimi veremezdi.
“Avucunu yalarsın,” dedim sonunda.
“Karşı koyman işe yaramaz Kedicik.”
“Senin caziben de öyle.”
“Görürüz bakalım.”
Gözlerimi devirerek önüme döndüm. Daemon taş gibiydi ama aynı zamanda tam dayaklıktı ve bu, bazen taş gibi olduğu gerçe­ğini bile gölgede bırakıyordu. Ama her zaman değil.
Yaşlı trigonometri öğretmenimiz ayaklarını sürüye sürüye içeri girdi. Geciken zili beklerken elinde kalın bir tomar kâğıt tutuyordu.
Daemon beni kalemiyle dürttü. Tekrar.
Yumruklarımı sıktım, onu görmezden mi gelsem diye düşün­düm. Fakat bunu yapmayacak kadar akıllıydım. Öyle yapsam beni durmadan dürtecekti. Arkamı döndüm, dik dik baktım. “Ne var Daemon?”
Daemon, bir kobra kadar hızlı hareket etti. Karnıma tuhaf şeyler yapan bir sırıtışla parmaklarını çenemde gezdirdi, saçımın incecik bir telini yüzümden çekti.
Ona bakakaldım.
“Okuldan sonra...”
Sırıtışı hınzırlaşınca aklıma her türden çılgınca fikir üşüştü ama artık onun oyununu oynamıyordum. Gözlerimi devirdim, hızla arkamı döndüm. Hormonlarıma... ve beni hiç kimsenin et­kilemediği kadar etkilemesine karşı koyacaktım.
Sabahın geri kalanında sol gözümün arkasında hafif bir ağrı eksik olmadı. Bunun tek suçlusu olarak Daemon’ı görüyordum.
Öğle yemeğinde kendimi, birisi kafama aniden yumruk atmış gibi hissediyordum. Kafeteryanın bitmeyen gürültüsü, dezenfek­tan ve yanmış yemek kokusunun karışımı yüzünden kaçıp gide­cek delik arıyordum.
“Bunu yiyecek misin?” Dee Black, tepsimdeki çökelek peyni­riyle ananası işaret etti.
Başımı iki yana sallayarak tepsiyi ittim ve Dee tepsiye dalınca midem bulandı.
“Fark ettirmeden futbol takımını bile yiyebilirsin.” Lesa, Dee’yi siyah gözlerindeki kıskançlık pırıltılarıyla izliyordu. Onu suçlaya­mıyordum. Bir keresinde Dee’nin bir oturuşta koca bir kaymaklı bisküvi paketini bitirdiğini görmüştüm. “Nasıl yapıyorsun bunu?”
Dee, zarif omuzlarını silkti. “Galiba hızlı bir metabolizmam var.”
“Hafta sonu neler yaptınız bakalım?” diye sordu Carissa, göm­leğinin koluyla gözlüğünü silerken kaşlarını çatmıştı. “Ben üni­versite başvuru formlarını doldurdum.”
“Ben de bütün hafta sonu Chad’le seviştim.” Lesa sırıttı.
İki kız, Dee’yle bana, bizim de anlatmamız için baktılar. Bana so­rarsanız, psikopat bir uzaylıyı öldürmek ve neredeyse canından ol­mak pek orada anlatılacak bir şey değildi. “Birlikte takılıp salak salak filmler izledik,” diye cevap verdi Dee. Parlak siyah bir saç buklesini kulağının arkasına sokarken bana hafifçe gülümsedi. “Sıkıcıydı yani.”
Lesa kahkahayla güldü. “Eh siz hep sıkıcısınız zaten.”
Gülümsemeye başlamıştım ki enseme hafif bir karıncalanma yayıldı. Etrafımdaki konuşmalar hafifledi, Daemon solumda­ki sandalyeye oturdu. Enfes çilekli içecekle dolu plastik bardağı önüme koydu. Daemon’dan herhangi bir hediye almış olmak beni resmen afallatmıştı, üstelik de en çok sevdiğim içeceği hatırlayıp getirmişti. İçeceği alırken parmaklarım parmaklarına sürtündü ve tenimde bir elektrik akımı dans etti.
Elimi hızla geri çektim, küçük bir yudum aldım. Çok lezzet­liydi. Belki mideme iyi gelirdi. Belki Daemon’ın bu yeni, hediye veren haline alışabilirdim. Öküz halinden çok daha iyiydi. “Te­şekkür ederim.”
Cevap olarak gülümsedi.
“Bizimkiler nerede?” diye takıldı Lesa.
Daemon güldü. “Ben sadece bir kişinin hizmetindeyim.”
Sandalyemi yana kaydırırken yanaklarım alev alev yanıyordu. “Hadi oradan, hizmetimde falan değilsin.”
Eğilip açtığım arayı kapattı. “Henüz.”
“Yapma Daemon. Ben de buradayım.” Dee kaşlarını çattı. “Se­nin yüzünden iştahım kapanacak.”
“O zaman dünyanın sonu gelmiş demektir,” diye cevabı yapış­tırdı Lesa, gözlerini devirerek.
Daemon çantasından soğuk sandviç çıkardı. Ondan başkası yemeğe inmek için dördüncü dersi ekse, soluğu idarede alırdı. Daemon acayip... özeldi. Kız kardeşi ve erkeklerin birkaçı dâhil masadaki bütün kızlar ona bakıyordu.
Kız kardeşine yulaf ezmeli kurabiye verdi.
“Plan yapmayacak mıydık biz?” diye sordu Carissa, yanakları al aldı. “Evet,” dedi Dee, Lesa’ya kocaman gülümseyerek. “Büyük planlar.”
Elimle nemli ve yapış yapış alnımı sildim. “Ne planı?”
“Dee’yle ben, İngilizce dersinde konuştuk. İki hafta sonra bir parti vereceğiz,” diye atladı Carissa. “Şöyle...”
“Büyük bir parti,” dedi Lesa.
“Küçük bir parti,” diye düzeltti Carissa, gözlerini kısıp arkada­şına bakarak. “Kendi aramızda bir şey işte.”
Dee başıyla onayladı ve parlak yeşil gözleri heyecanla parladı. “Bizimkiler cuma günü şehir dışına çıkıyor, o yüzden harika olur.”
Daemon’a kaçamak bir bakış attım. Göz kırptı. Aptal kalbim tekledi.
“Anne babanızın evde parti vermenize ses çıkarmaması sü­per,” dedi Carissa. “Ben böyle bir şeyin lafını bile etsem kıyameti koparır bizimkiler.”
Dee tek omzunu silkip başını öte yana çevirdi. “Bizimkiler ha­rikadır.”
İçim sızlamıştı, yüzümü ifadesiz tutmak için kendimi zorla­dım. Dee’nin bu dünyada her şeyden çok istediği, anne babasının hayatta olmasıydı. Hatta belki Daemon için de öyleydi. O zaman ailesinin sorumluluğunu omuzlanması gerekmeyecekti.
Birlikte geçirdiğimiz zamanlarda olumsuz tavırlarının büyük çoğunluğunun bu stresten kaynaklandığını anlamıştım. Bir de ikiz kardeşinin ölümü vardı...
Öğle yemeğinin geri kalanında sadece partiden konuşuldu. Zamanlama süperdi çünkü önümüzdeki cumartesi doğum gü­nümdü. Ama cuma gününe kadar partiyi okulda duymayan kal­mazdı. En büyük heyecanın cuma gecesi mısır tarlasında içki iç­mek olduğu bir kasabada bunun “küçük” bir parti olarak kalma­sına imkân yoktu. Dee bunun farkında mıydı acaba? “Senin için mahsuru yok mu?” diye fısıldadım Daemon’a.
Omuz silkti. “Onu durduramam ki zaten.”
İstese durdurabileceğini biliyordum, demek ki onun için bir mahsuru yoktu.
“Kurabiye yer misin?” diye sordu, çikolata parçacıklarıyla dolu bir kurabiye uzatarak.
Midem kötü olsun ya da olmasın, bunu reddetmemin imkânı yoktu. “Tabii.”
Çarpık bir gülümsemeyle bana doğru eğildi; dudakları dudak­larıma çok yakındı. “Gel de al.”
Gel de al mı?.. Daemon, kurabiyenin yarısını o dolgun ve tama­men öpülesi dudaklarının arasına koydu.
Hay ben böyle işin...
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Masadaki kızlardan birkaçından öyle sesler geliyordu ki, duyan da masanın altında eriyip akıyorlar zannederdi. Fakat gerçekten ne yaptıklarına bak­mayı başaramadım.
O kurabiye –o dudaklar– tam karşımdaydı.
Yanaklarıma ateş bastı. Herkesin ve Daemon’ın gözlerini üs­tümde hissedebiliyordum... Yüce Tanrım, Daemon kaşlarını kal­dırmış, meydan okuyordu bana.
Dee öğürdü. “Galiba kusacağım.”
Utancımdan yer yarılsa da içine girsem diye düşünüyordum. Daemon ne yapacağımı sanıyordu yani? Leydi ile Sokak Köpeği  filmi­nin açık saçık versiyonundan fırlama bir hareketle uzanıp ağzından kurabiyeyi mi alacaktım? Kahretsin, evet kurabiyeyi tam da öyle almak için yanıp tutuşuyordum, bana neler oluyordu böyle.
Daemon yukarı uzanıp kurabiyeyi aldı. Gözleri bir savaş ka­zanmış gibi parlıyordu. “Süre doldu Kedicik.”
Bakakaldım.
Kurabiyeyi ikiye böldü, daha büyük olan parçayı bana verdi. Parçayı çabucak kaptım. Bir yanım bunu suratına fırlatma isteği­ne kapılmıştı ama... elimdeki çikolatalı kurabiyeydi, kıyamadım. Kurabiyeyi bayılarak yedim.
İçeceğimden bir yudum daha aldım ve içim ürperdi. Sanki bi­risi beni izliyordu. Kafeteryaya göz atarken Daemon’ın uzaylı eski kız arkadaşını o kendine has şirret bakışlarıyla bakarken görece­ğimi sanmıştım ama Ash Thompson, başka bir oğlanla laflıyordu. Bak sen. Oğlan Luxen miydi acaba? Pek uzaylı yaşıtları olmasa da burnundan kıl aldırmayan Ash’in bir insan oğlana gülümsemeye yanaşacağını hiç sanmıyordum. Bakışlarımı onların masasından uzaklaştırıp kafeteryanın geri kalanını taradım.
Bay Garrison da kütüphaneye açılan çift kanatlı kapının orada duruyordu ama gözlerini, patates püreleriyle karmaşık şekiller ya­pan sporcularla dolu bir masaya dikmişti. Bizim tarafa göz ucuyla bile bakan kimsecikler yoktu.
Başımı iki yana salladım; yok yere huzursuzlandığım için kendimi aptal gibi hissediyordum. Arum’un biri lise kafeterya­sına bodoslama dalacak değildi ya. Belki de hastalanıyordum. Boynumdaki zincire uzanırken ellerim biraz titriyordu. Tenime değen obsidiyen serin ve rahatlatıcıydı, güvende olduğumun ha­bercisiydi. Bu nedenle korkum boşunaydı. Belki de o yüzden ser­sem gibiydim ve başım dönüyordu.
Hayır, bunun yanımda oturan oğlanla kesinlikle hiçbir ilgisi yoktu.
Postanede beni bekleyen bir sürü paket vardı ama sevinçle ciyak­lamadım bile. Bunlar, diğer blog’cuların inceleme yapılması için kendi aralarında elden ele dolaştırdığı ön okuma kopyalarıydı. Hiç oralı bile olmamıştım. Kesin deli dana hastalığına yakalanıyordum.
Eve dönüş yolculuğu azap vericiydi. Ellerimde mecal kalmamış­tı. Kafam darmadağınıktı. Paketlerimi göğsüme yasladım, veran­danın merdivenlerini çıkarken ensemdeki karıncalanmayı görmez­den geldim. Korkuluğa yaslanmış duran bir doksanlık oğlanı da.
“Okuldan sonra hemen eve gelmedin.” Ses tonunda kızgınlık vardı. Sanki benim feci seksi gizli servis ajanımdı da atlatmayı başarmıştım.
Boştaki elimle anahtarlarımı arıyordum. “Postaneye gitmem gerekiyordu.” Kapıyı itip açtım ve paketleri girişteki masanın üze­rine koydum. Daemon elbette davet falan beklemeden peşimden içeri girmişti.
“Paketler bir yere kaçmıyor ki.” Daemon arkamdan mutfağa geldi. “Ne bunlar? Sadece kitap mı?”
Dolaptan portakal suyu kutusunu alırken içimi çektim. Ki­tapları sevmeyen insanlar bunu anlamazdı. “Evet,sadece kitap.”
“Şu anda etrafta muhtemelen hiç Arum yok ama tedbiri elden bırakmamak lazım. Şu anda onları dosdoğru kapımızın eşiği­ne getirecek bir iz taşıyorsun üzerinde. Bu, kitaplarından daha önemli.” Hiç de bile; kitaplar Arum’lardan daha önemliydi. Ken­dim için bir bardak portakal suyu koydum. Daemon’la tartışama­yacak kadar yorgundum. Henüz kibarca konuşma sanatına hâkim olamamıştık. “İçer misin?”
İç çekti. “Tabii. Süt var mı?”
Dolabı işaret ettim. “Kendin al.”
“İyi de, teklifi yapan sensin. Bana süt vermeyecek misin?”
“Ben sana portakal suyu teklif ettim,” diye cevap verdim, bar­dağımı masaya götürürken. “Sen sütü seçtin. Hem sesini alçalt biraz. Annem uyuyor.”
Sessizce homurdanıp bir bardak süt aldı. Yanıma otururken siyah eşofman giydiğini fark ettim; bu da bana, son kez bendey­ken böyle giyindiği zamanı hatırlattı. Tartışmamız, okuduğum dandik aşk romanlarındaki ateşli sevişme sahnelerinden birine dönüşmüştü. Hâlâ düşündükçe uykularımı kaçırıyordu. Bunu bir türlü kabullenemiyordum.
Sevişmemiz öyle ateşliydi ki Daemon’ın uzaylı cazibesi evdeki ampullerin birçoğunu patlatmış, dizüstü bilgisayarımı kızartmış­tı. Dizüstü bilgisayarımı ve blog’umu çok özlüyordum. Annem bana doğum günüm için yeni bir bilgisayar sözü vermişti. Ama daha iki hafta vardı...
Başımı kaldırmadan bardağımla oynuyordum. “Sana bir şey sorabilir miyim?”
“Değişir,” diye yanıt verdi yumuşak bir şekilde.
“Benim yakınımdayken... bir şeyler hissediyor musun?”
“Bu sabah üstündeki kotun ne kadar yakıştığını hissetmem dışında mı?”
“Daemon.” İçimde, BENİ FARK ETMİŞ! diye bağıran kıza kulak asmamaya çalışarak iç çektim. “Ben ciddiyim.”
Uzun parmaklarıyla tahta masanın üzerinde aylak aylak dai­reler çiziyordu. “Ensem ısınıp karıncalanıyor. Onu mu diyorsun?”
Başımı kaldırıp baktım. Dudaklarında yarım bir gülümseme belirdi. “Evet, sen de mi hissediyorsun?”
“Ne zaman birbirimize yaklaşsak.”
“Canını sıkmıyor, değil mi?”
“Seninkini sıkıyor mu?”
Ne diyeceğimi bilmiyordum. Karıncalanmanın acı falan ver­diği yoktu, sadece tuhaf bir histi. Benim asıl canımı sıkan bunun simgelediği şey, yani hakkında hiçbir şey bilmediğimiz o lanet olası bağdı. Kalplerimiz bile aynı anda atıyordu.
“Bu... iyileştirmenin yan etkisi olabilir.” Daemon beni bardağın üzerinden izliyordu. Eminim süt bıyığıyla seksi olurdu. “Sen iyi misin?” diye sordu.
“Pek sayılmaz. Niye sordun?”
“Bok gibi görünüyorsun.”
Başka bir zaman olsa bu lafı evde bir savaş başlatırdı ama yarı­sı boş bardağımı bırakmakla yetindim. “Galiba hastalanıyorum.”
Kaşları çatıldı. Hasta olma kavramı Daemon’a yabancıydı. Lu­xenler hasta olmazdı. Hem de hiç. “Neyin var?”
“Bilmem. Muhtemelen uzaylı biti geçmiştir.”
Daemon kahkahayla güldü. “Sanmam. Hasta olmana izin ve­remem. Seni dışarı çıkartıp izini ortadan kaldırmamız gerek. O zamana kadar sen...”
“Ayak bağı olduğumu söylersen canını yakarım.” Öfkem, mide bulantımı bastırmıştı. “Öyle olmadığımı ispatladım, özellikle de Baruck’u sizin evden uzağa götürüp onu öldürdüğümde.” Sesimi yükseltmemek için çaba harcıyordum. “İnsan olmam zayıf oldu­ğum anlamına gelmiyor.”
Arkasına yaslandı, kaşlarını yukarı kaldırdı. “Ben sadece, o zamana kadar risk altındasın, diyecektim.”
“Ya.” Yanaklarım kıpkırmızı oldu. Tüh. “İyi, o zaman, ben ayak bağı değilim yani.”
Daha demin masada oturan Daemon yanımda diz çökmüştü. Yüzümü görmek için hafifçe başını kaldırmak zorunda kaldı. “Za­yıf olmadığını biliyorum. Kendini kanıtladın. Hem, bu hafta sonu yaptığın şey de neydi öyle? Bizim güçlerimizi kullandın resmen. Hâlâ bunun nasıl olduğuna kafam basmıyor ama sen ayak bağı değilsin. Asla.”
Vay be. Cidden... kibarken ve bana dünyada kalan son çikola­taymışım gibi baktığında, kendimi ona teslim etmeme kararım düpedüz sarsılıyordu.
Ağzındaki çikolatalı kurabiyeyi düşündüm.
Aklımdan geçenleri biliyormuş ve gülmemeye çalışıyormuş gibi dudaklarının kenarı seğirdi. O her zamanki ukala sırıtış değil, gerçek bir gülücüktü bu. Sonra aniden ayakta durmuş tepemde dikilirken buldum onu.
“Şimdi zayıf olmadığını kanıtla bana. Hadi, kaldır kıçını da şu izi silelim biraz.”
İnledim. “Daemon, ben cidden kendimi iyi hissetmiyorum.”
“Kat...”
“Bunu gıcıklık olsun diye söylemiyorum. Kusacak gibiyim.”
Kaslı kollarını kavuşturdu, Under Armour marka tişörtü göğ­sünün üstünde gerildi. “Etrafta öyle deniz feneri gibiyken dolaş­man hiç güvenli değil. O izi taşıdığın sürece hiçbir şey yapamaz­sın. Hiçbir yere de gidemezsin.”
Midemin bulantısını görmezden gelerek masadan kalktım. “Üstümü değiştireyim.”
Geriye adım atarken gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldı. “Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun?”
“Pes etmek mi?” Kuru kuru güldüm. “Sadece senden kurtul­mak istiyorum.”
Daemon gür sesle güldü. “Rüyanda görürsün Kedicik.”
“Sen kendini pohpohlamaya devam et.”
Göz açıp kapayıncaya kadar karşıma dikilmiş, önümü kapat­mıştı. Sonra yürümeye başladı; başı eğik, gözleri kararlılıkla doluydu. Ellerim mutfak masasının kenarını bulana kadar geriledim.
“Ne var?” diye sordum.
Ellerini kalçalarımın iki yanına koyup öne eğildi. Ilık nefesi yanağımdaydı ve gözlerimiz birleşmişti. Bir daha yaklaştı ve du­dakları çeneme sürtündü. Boğazımın gerisinden boğuk bir çığlık geldi ve ona doğru uzandım.
Sonra bir baktım ki Daemon geri çekilmiş, ukalaca kıkırdıyor­du. “Nasılmış? Kendimi pohpohlamakla alakası yokmuş değil mi Kedicik? Git de hazırlan.”
Lanet olsun!
Ona orta parmağımla hareket çekip mutfaktan çıktım ve yukarı çıktım. Tenim hâlâ yapış yapış ve iğrençti. Bunun olanlarla bir ilgisi yoktu ama yine de üstüme eşofman ve termal içlik giydim. Koşmak, yapmak istediğim en son şeydi. Daemon’ın, kendimi iyi hissetmeme­mi umursamasını falan beklemiyordum tabii.
Kendisinden ve kız kardeşinden başkasını düşünmezdi o.
Bu doğru değil, diye fısıldadı kafamın içindeki sinsi, sinir bozu­cu ses. Ama belki de bu ses haklıydı. Beni ölüme terk edebilecek­ken iyileştirmişti ve onun düşüncelerini, onu bırakmamam için yalvarışını duymuştum.
Her iki durumda da kusma isteğimi bastırıp eğlenceli bir ko­şuya çıkmalıydım. Altıncı hissim bu işin sonunun hiç de hayırlı bitmeyeceğini söylüyordu.

Maalesef bitti :( Yapçak bişey yok :(

6 Nisan 2013 Cumartesi

Liebster Blog Award..


Sevgili Sevimli Hırsız beni aday göstermiş. Ama ben onunkinide yeni görüyorum. Kendisine çok teşekkür ediyorum sorularını cevaplıyorum :)

  1. Hiç anime izledin mi? İzlediysen favori animen? Hayır, hiç izlemedim.
  2. Kitapların filmlere uyarlanmasını doğru buluyor musun ?Eğer karakter seçimleri yerinde olursa, önemli detaylar atlanmazsa neden olmasın?
  3. 2013 yılnda kaç kitap okuyacaksın?Gönül isterdiki 300-500 olsun ama hedefim 100. Hadi bakalım kısmet :)
  4. Elinde okunacaki kitap olduğu halde yeni çıkan bir kitabı hemen alır mısın?Eğer çok istiyorsam kesinlikle :)
  5. Anime/Dizi/Film/Drama'lardan sevdiğin bir sahneyi bizimle paylaşır mısın?Playful Kiss-Kore dizisi
Seung Jo; İyi ki doğdun Sevgili Oh hani..
Oh hani: O kısmı bir daha tekrarla..sevgili kısmını..
Seung Jo: Çok sevgili Oh hani..
Oh hani:Bir daha..
Seung Jo: Hadi ama!
Oh hani: Kocacım! Sadece bir kez daha!
Seung Jo: Benim sevgili karım Oh hani..
  1. En çok gülüdğün ve en çok ağladığın kitap neydi?Sanırım benim için "en" diyebileceğim bir kitap olmadı:)
  2. Hayatında UNUTULMAZ dediğin bir an oldu mu?Evet. Popüler bir alışveriş merkezinde Kemal Kılıçdaroğlu gibi yürüyen merdivene tersten binmem ve bunu çok geç anlamam :)
  3. Kitapların hayatındaki öncelik sırası nedir?Bir bilgisayarım iki kitaplarım :)
  4. Hiç -kesinlikle- bu karakter benim dediğin bir kitap karakteri oldu mu?Harry Potter-Hermonie Jean Granger(Hayal aleminde yaşarım ben)
  5. Bir kitabı yorumlarken nelere dikkat edersin?Heyecan, akıcılığa ve sonuna..
  6. Kitap yorumu yapmak profesyönellik ister mi?Evet ister aslında istemeyedebilir aslında herkesin fikir özgürlüğü var o yüzden istemez..

Sevgili Büyülü Kitaplık ve Crazy Book lover beni aday göstermiş. Şimdi öncelikle kendim hakkındaki 11 gerçeği  söyleyeceğim, sonra soruları cevaplayacağım :)
Benim Hakkımdaki 11 gerçek :) (Saçmalıklar...)
1.3 yıl önce izlediğim bir filmde cinlerin battaniyeler altında olabileceği söylenmişti. Bu yüzden battaniyeleri kaldırırken hala bira tırsarım..
2.Anaokulunun 3.gününde atıldım.
3.Feci bir Merlin hayranıyım accayipp severimm..
4.Uykuyu çok sevmeme rağmen başka şeylere vakit kalsın diye çok az uyurum. Okula sürekli gözlerimin altı şişik giderim. Hatta bir keresinde matematik hocam"oo Sümeyyeeee sallandırıyon yine poşetleriiii naptın sabah ezanını sen mi okudun lan" demişti..
5.Kapalı alan,dar alan ve karanlık alan fobim var.
6.1.sınıfta sınıfın en uzunu, lisede ise en kısası olan bir insanım( Niye nöyle oldu ya?)
7.Uğurlu sayım 96, uğurlu günüm çarşambadır.
8.Kütüphanede kitap okumayı sevmem. Genel olarak sessiz ortamları sevmem.
9.Çok sabırsızımdır. Örneğin internette bir video izlerken bir türlü dolmasını bekleyemem.(Bazılarımızın interneti yavaş oluyor işte.
10.Arkadaşlarım ve hocalarım tarafından tip olarak orta asya türklerine (çekik gözlerden) benzetiliyorum.
11.Gamzelerim var :)

Şimdide Büyülü Kitaplık'ın soruları;



  1. Yapmak istediğin ama çekingenliğinden yapamadığın bir şey var mı? Varsa bu "şey" ne? Evet var. Kütüphanede karşı masada oturan arkadaşıma bağırarak"gözüm şu soruyu çözsene be!" demek.
  2. Kitap okurken en çok ne eşlik eder sana? (Atıştırmalıklar, müzik vs.) Bilgisayarım.hiçbir şey yapmasam bile mutlaka açık tutarım. 
  3. Seri kitapları mı? Tek kitaplar mı? Seriler çok sürükleyici oluyo ya :)
  4. Sevdiğin bir kitaptan, sevdiğin bir alıntıyı bizimle paylaşır mısın? Evie "Benden korkuyor musun?" Lend "bu kadar çok pembe giyen birinden nasıl korkabilirim?" (Kitabı sevmem ama burasını çok severim.)
  5. Bir fobini söyler misin? Örümcekler.Iyy görüğüm an hepsini bacağımda hissederim ve istemsizce bacaklarımı sirkelerim. Sanki bir şey varmışta atmaya çalışıyomuş gibi sert sert vururum.(Bunun şizofreniye kadar yolu var)
  6. Etkisinden uzun süre çıkamadığım film? Benim Adım Khan
  7. Hiç Stephen King kitabı okudun mu? Okuduysan ne/ler? Utanarak söylüyorum hiç kitabını okumadım.
  8. Çevrilmesini delice istediğin bir kitap? Yemin serisinin ikinci kitabı "The Essence"
  9. En çok nerede kitap okursun/nereyi tercih edersin? Her şeyi yatağımda yapan birisi olarak kitabı da yatağımda okurum.
  10. Yarım bıraktığın bir kitap? Benim Çılgın Ailem
  11. En sevdiğin renk? Siyah
Şimdide Crazy Book lover'ın soruları;

(Sevgili Crazy Book Lover'da beni aday göstermiş ancak aptal ben geç görmüşüm bu yüzden kendinden özür dilerim şimdi büyük bir aşkla sorularını cevaplayacağım:)
 1. Yapmaktan en çok zevk aldığınız şey nedir?
Tabii ki uyumak:)
2. Blog yazmaya nasıl karar verdiniz? Beklentileriniz neler?
Nasıl diyim böyle aslında tanımadığım insanlarla bir bağım olsun istedim bu yüzden açtım.Beklentimde büyük bir aile oluşturmak:)
3. Hayatımın kitabı dediğiniz bir kitap var mı? Varsa isim alabilir miyiz?
Evet var ama benimde bir tane değil 7 tane :) ah Harry Potter neden Harry Pottersın sen inkar..(Sonu kötü olabilir:)
4. Birini yeniden diriltebilecek olsanız bu kim olurdu? Neden?
Birini yeniden diriltmeyi istemem. Onlar olmadan da yaşamayı öğrenmek zorundayız.
5. Yaşadığınız en büyük hayal kırıklığı nedir?
Ortalama yaşam sürelerinden daha uzun yaşayan balığımın ölmesi :/
6. Bir kitabın sonunu değiştirebilseniz bu hangi kitap olurdu ve neden?
Final'in sonunu değiştirmek isterdim. Ben hala Vee'nin nefil olmasına ve Scott'çuğumun ölmesine taktım..
7. Bugüne kadar aldığınız en büyük başarı?
Bir lahmacundan en büyük dilimi alma yarışmasında ben birinci olmuştum :) (Ama sonra boğulma tehlikesi geçirip çıkarmak zorunda kalmıştım ve iki kişi yarışıyorduk. Bunlarda önemsiz birkaç detay işte..)
8. Okumak mı yazmak mı? Neden?
Yazmak mı? Yazmak ve ben... o kadar uzak ki bu yüzden okumak..
9. Klasik bir soru. Hayatınız bir kitap olsa ismi ne olurdu?
100.000 adımda insan olmanın yolları
10. Okumanın size kazandırdığı en büyük şey nedir?
Olmayan şeyler için sevinip üzülebilme duygusu..
11. Kendinize söylediğiniz en büyük yalan?
Bir gün Hogwarts ta Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocası olacağım...
     Bu gecikmeli cevaplama için kendisinden çook özür dilerim neyse geç olsun güç olmasın:) 

Şimdi benim sorularımmm;
1.Hiç evcil hayvan besledin mi? Beslediysen adı neydi?
2.Kitaplarda geçen yerlerden en çok hangisine gitmek istersin?
3.Sende yer edinmiş, çok sevdiğin bir sözü paylaşır mısın?
4.Size ilginç gelen bir hobiniz var mı? Varsa nedir?
5.En sevdiğiniz fantastik dizi?
6.Vayy be ne kitaptı ama dediğiniz, repliklerini çok net hatırladığınız bir kitap adı söyler misiniz?
7.Tesadüflere inanır mısınız? Sizce gerçekten Aşk tesadüfleri sever mi? (ben bunu neden sordum?)
8.Eğer hayatınız film olsaydı hangi dalda oscar alırdı?
9.Eğer fantastik bir kitap yazmak isteseydiniz içinde ne gibi fantastik ögeler olurdu?
10.En sevdiğiniz kitap türü nedir? Neden?
11.Ya dünyada kitap denilen bir şey olmasaydı sizce nolurdu?

Veeeee benim adaylarım;
ve herkesler :)

2 Nisan 2013 Salı

Beni Seç/Kiera Cass-Kitap Yorumu..

   Öncelikle sadece kendi yorumumu yazacağım yani öyle arka kapak yazısı, sayfa sayısı falan yok çünkü bunları hepimiz biliyoruz artık. Birçok kişi zaten kitabı okudu ve sonunda bende okudum ve bayıldımmmm :)
     Dün akşam saat ona doğru başlayıp üçe doğru yattım ve okuldada bütün gün uyudum :) Kesinlikle harikaydı! Her şeyden önce konusu çok ilgi çekiciydi. Sarayda yaşanacak olaylar falan filan. Yani bir kere kızın ismi bile çok ilgi çekiciydi, asildi ve güzeldi. America Singer! En çokta kızların arasındaki atışmalar kapışmalar falan zevkliydi :)
     Ve sonuna kadar Team Maxon diyorum başka da bir şey demiyorum :) TATLIM ya :) Gerçi ben kitabı okumadan önce tabii prens falan deyince daha sert birisini bekliyordum ama meğer ne kadar yumuşak kalbi varmış onun öyle :) Yazık sarayda hiç arkadaşı olmamış :( Ama kitabın sonlarına doğru America'ya Celeste(uyuz) yüzünden bağırmasına çok kızdım ama bu kızdığım diğer bir noktanın yanında hiç kalır. Yani America nasıl olurda sarayda Aspenle(ki kendisini hiç sevmedim çok itici buldum) öpüşür. Bu Maxon'a ihanet sayılır neysekş sonradan vazgeçti hele orda Aspen'in ben pes etmem tarzındaki lafları yokmuydu iki kat sinir oldum kendisine neyse.
     Birazda seçimdeki kızlardan bahsedelim. Celeste tam bir salak, çok iyi bir yalancı ve feci şekilde iki yüzlü. Marlee iyi, şeker bir kız ama kitabın sonunda tip tip davrandığı için biraz soğudum. Kriss biraz kendini beğenmişlikle karışık şeker bir kız. Ve America seçime katılan üç beşinci(sonra üçüncü) sınıftan biri. Elit olan ve Maxon'ın verdiği söze göre son ikiye kalacak olan tek beşinci sınıf. İşte böyle.
     Birazda yazardan bahsedelim. Kendisi hakkında bir yazı okumadım ancak youtube da videolarını izledim ve ingilizcem çok iyi olmamasına rağmen yani videoların büyük bir kısmından bir şey anlayamama rağmen çook tatlı bir kadın olduğunu anladım. (Bakmak isteyenler için link.) Buda onun videolarından kestiğim birkaç resim :)
Yazar burada kitabın dizisinin çekileceğini öğrendiğinde nasıl hissettiğini gösteriyor:)

Ve yazar Seçime katılan bazı kızları kendisi canlandırmış ayrı ayrı videolarını çekmiş :)

Bu Natalie :)
Bu Kriss :)

Bu Elise :)

Bu Celeste :)

Buda Marlee :)
Ve son olarak kitabın orjinal fragmanına bakarken bu kızlar dikkatimi çekti. Soldaki hakında bir fikrim yok. Ortadakini saçları kat kat kesildiği için ve mavi giydiği için America ya benzettim. Sağdakini ise sarışın olduğu ve sarı giydiği için Marlee' ye benzettim :)